Gül Amca

by 01:33:00 0 yorum
Esmiyor bir türlü. Yaz ağır. Şıkır şıkır akasya bile çökmüş sıcağın içine, kıpırdamıyor. Musluk da sıcak. Sabahın bin bir habercisi, kuşlar, sessiz.
Oysa birkaç gün önce kuşlar uyandırmıştı beni. Bin bir haberle.
Her biri bambaşka ötüyor. Gülmeye başlamıştım yatağımda. Bir kuş, inatçı bir kuş, tek düze bir ses çıkarıyordu. "Cok cok."
"Cok cok," o kadar.
"Bu kuş bir eleştirmen olabilir," diye düşünmüş o yüzden de gülmeye başlamıştım. Öyle ya, sonsuz bir ezgi bolluğu karşısında, yalnızca "cok cok,"diyordu. Bellediği bir şeyi, seni gidi taşkafa, değişik mi değişik her ses karşısında yineliyordu. Israr kuşu. Kuşların eleştirmeni. 
(a)
Bu işler İstanbul'da oldu. Gül Amca'nın bir kedisi, kedisinin de bir Gül Amca'sı olduğunu unutmayalım bu arada. 
(b)
Sonra, Iowa City'de yaşayan bir arkadaşım, "eleştirmen kuş burada da var," diye telefon etti. 
(c)
Yapraklar... 
(ç)
Gül Amca, hiç unutmam, 1999'un Ekim ayında "chat"e başlamıştı. Falanca kişi umduğunu bulamadığı ya da uykusunu bastırdığı veya işe yahut çişe gitmesi gerektiğinden "chat"i bırakıyordu. "Leaves..."
Gül Amca, bunu "yapraklar" diye algılamıştı. "Yapraklar"ı aramış bulamamıştı. İngilizcesi zayıf mıydı? Yoo, orta halliden iyiydi. Kendisi bilmiyordu ama bir şairdi o. Vardır ya, kendisi bilmez. 
(d)
"Cok cok.
(e)
Benim şu dünyaya bin bir haber ötüşlü kuşlar yağdırmak istediğim zamanlardı. Gül Amca'nın o sıralar en iyi yaptığı iş nargile içmekti. Bir de,rakı şişelerinin dibine bakıp mahreç söylemek. İnce ince şarkılar mırıldanıp meze koyarken... 
(f)
"Saraylı karı" adını taktığı bir akasya var, onunla söyleşiyor. 
(g)
Tek başına rakı içmek güçtür. Beceriyor. Kedisiyle. 
(ğ)
Akşama doğru, elleri titremeye başlıyor. Kuşların sabahı karşılaması kadar akşamı uğurlamasını da bekliyor ve başlıyor. İnce sızı, o ince şarkılarından damla damla akıyor. 
(h)
"Tetebbuatla mı iştigal ediyorsunuz efendim?
(ı)
Evet efendim. İçimden geçeni bilir gibi alınıyor. "Sepet efendim."
Akasyaya bakıyor ve "bunun adı 'biberli bastik'tir, benim icat ettiğim bir mezedir," diyor. 
(i)
Aile onu sevmiyor. Kedisi kuşları sevmiyor. 
(j)
Neden sevmiyor neden bilmiyor neden onun akasyası da akşamları da kuşları da başka neden zırt pırt düşüp bayılıyor da hiçbir şey olmamışçasına dikiliverip insanlara "ne var yahu, n'oldu ki?" tavırlarıyla bakıyor ve neden nedenlerini hiç düşünmüyor ve onları yaşıyor?
(k)
"Cok cok.
(l)
"Alaska'lı bir arkadaşım var," dedi. Sonra da bir Malta'lı. Hatta, onu bu yaz Malta'ya çağırmış adam. "Uçak bileti al da gel, gerisi kolay, bende kalırsın, yiyecek içecek sorun değil," demiş. 
(m)
Yapraklar... 
(n)
Yapraklar...
(o)
Dünyanın çok tenha olduğundan yakınmıyor. 
(ö)
Birlikte yuvarladığımız üç dört dubleden sonra dedi ki: "Siz sanatçılar ya da beni bağışlayın, ki öyledir kimileri de sanatçı bozuntusudur, sanatçı bozuntuları, eserlerinize bir ad koymakta direniyorsunuz. Niçin? Bizi, kitap okuyan, müzik dinleyen, bir resmi seyreden kişiyi daha baştan köşeye kıstırmak için. Eserlerinize isim takmayın efendim, opus 1, opus 2, opus 3 falan diyin. Bırakın biz onun hakiki adını düşünelim.
(p)
Gül Amca ile bir sünnet düğününde karşılaştım bir kez. Çağrılı değildi ama gelmişti. Kan ter içindeydi. Elinde sık sık yıkandığı belli eprik bir mendil. Elinde kendisinden bile gizlemeye çabaladığı bir hediye kutusu. Uzak, küs akrabaların buluştuğu bir geceydi işte. 
(r)
"Cok cok cok.
(s)
"Dışlanmak," demişti. Bu tür yeni sözcükleri kullanmayı hiç sevmezdi.
"Dışlanmak, her manada içlenmek değil midir?
(t)
...Yapraklar... 
(u)
...Yapraklarlarlar... 
(v)
Çok ağır bir yaz geçti. Yağmur vakitleri gelmek bilmiyordu. 
(y)
"Malta'lara nasıl giderim ki bu emekli maaşıyla?" dedi Gül Amca gülümseyerek. 
(z)
...Yapraklar...

Hulki Aktunç


Vladimir

Developer

Cras justo odio, dapibus ac facilisis in, egestas eget quam. Curabitur blandit tempus porttitor. Vivamus sagittis lacus vel augue laoreet rutrum faucibus dolor auctor.

0 yorum:

Yorum Gönder